Teknolojinin gelişmesi ile birlikte, insanların hayata bakış açısı da değişiyor. Özellikle internet kullanımı, bilgiye kolay yoldan erişim şansı, insanların hayatlarını geliştirmekle birlikte bir o kadar da köreltiyor. Tek bir tuşla yapılan alışverişler, ödenen faturalar, verilen yemek siparişleri… İsteklerimiz, hayatımızın hep bir ‘tık’ önünde.
Tüm bu gelişmelerin ve kolaylaştırıcı etkilerin artışıyla, insan ilişkileri ciddi yaralar almakta. Özellikle günümüzün yaygın olarak kullanılan sosyal paylaşım siteleri sayesinde insanlar sosyalleştiğini düşünürken, aslında asosyalliğe doğru adım atıyorlar, farkında değiller. Gittikleri yerlerden, yanında bulunan kişilere, yedikleri yemeklerden, yaptıkları işlere kadar bir çok şeyi insanlarla paylaşma iç güdüsüyle hareket etmeye başladılar. İstemsiz bir şekilde, güncelledikleri durumların ‘beğen’ilme arzusuyla yanıp tutuştular. Yapılan araştırmalar da gösteriyor ki; sosyal paylaşım siteleri aslında insanların psikolojisini olumsuz yönde etkiliyor. En iyi bildiğimiz bağımlılık yapan maddelerin başında gelen; sigara, alkol ve uyuşturucu maddelerinin arasına, sosyal paylaşım sitelerine bağımlılık maddesi de ekleniyor haliyle. Yine yapılan araştırmaların sonucunda, internetten uzaklaştırılan insanların, tıpkı alkol, sigara ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddeleri bıraktıklarında vücutlarında meydana gelen tepkileri gösterdikleri gözlemliyorlar. Agresiflik, depresiflik, insanlarla iletişim kuramama vs.
Sosyalleştiğimizi düşünürken, aslında asosyalleşiyoruz. Dikdörtgen ekranın karşısında, oturduğumuz o koltuklarımızda rahatımızı düşünürken, bünyemiz bundan fazlasıyla olumsuz etkileniyor, ama farkedemiyoruz. İnsanlarla iletişimimiz sadece yazıdan ibaret olmaya başlıyor. Konuşma adına gösterdiğimiz çaba, devede kulak kalıyor. İnsanlar yüzyüze konuşmaya hasret kalıyoruz. Ve ne vakit insanlarla karşı karşıya gelsek, konuşamamaktan yakınıyoruz Çünkü hayatlarımız sadece internetten, sosyal ağlardan ibaretleşiyor. Önce hâl hatır faslıyla başlayıp ardından bir iki çeşit farklı konulardan bahseder olsak da, konular yine dönüp dolaşıp, aynı noktaya geliyor.
İnsanlar sosyalleşmekten uzaklaştıkça, uzaklaşıyor, ama kimse farketmiyor. Herkes birbirini uyarıyor ama dönüp de aynaya bakmıyor. Herkes dünyayı sanal alemden kurtarıyor, gerçek dünyadan koptukça kopuyor. Canı bile yansa, acısını önce sanal alemde paylaşıyor. Duygular köreliyor, duygular can çekişiyor. Sosyal medya, yazarak iletişim kurma alışkanlığına sebep olarak insanları sözlü iletişimden uzaklaştırıp yalnızlaştırıyor.
Karşımızdakinin sosyal paylaşım sitelerindeki aktivitelerinden, gittiği yerlerden, yazdığı sözlerden paylaştığı videolara kadar didik didik konuşuluyor. Bu da yetmezmiş gibi, sanal dedikodular da birbirini takip ediyor. Beğendiği, hoşlandığı kişiyi gösterip, yazdıklarından ve yaptıklarından açıyorlar sohbetleri. Kısaca sohbetler bozuluyor, muhabbetler koyulaşmak yerine, açıklaşıyor, sıradanlaşıyor.
Bireylerin sosyal medyaya bu kadar bağlanması, aslında onların “yeni bir yaşam alanına” bağlandığının göstergesidir. Oluşan bu yeni yaşam alanı bireyi bulunduğu ortamdan koparıyor. “Sosyal paylaşım ağları, insanları adeta esir alarak sosyal çevrelerinde dahi asosyal ve çevrelerine yabancılaşmış bireyler haline getirmektedir.” Özel hayatın paylaşılmasıyla birlikte oluşan “dikizleme kültürü” insanları sosyal medyaya bağlayan en önemli etkendir. Çünkü insanların kendi hayatlarının bilgisinin paylaşımı o kadar fazladır ki insanlar merak duygusuyla sosyal medyayı kullanmaya yöneliyorlar. Dikizleme kültürü bir nevi sanal ortamdaki dedikodu durumudur. Bireylerin hem dikizleyen hem de dikizlenen konumunda olması merak güdüsünü artırarak sosyal medyaya daha çok bağlanmalarına neden oluyor.
Ortaya çıkan sonuçlar biraz karamsar olabilir.Eğer, gerçek hayatta yapabileceklerimizi, sosyal hayatta yapmaya kalkarsak ya da sanal gerçekliğe kendimizi kaptırırsak bu bizleri günden güne asosyal ve yalnız yapacaktır. Zamanla bağları kopan bireyler; tamamen bireysel, mesafeli ve birbirlerini anlamayan bir toplum yapısı oluşturacaktır.